1 Eylül olunca daha önceden gittiğimiz Soğucak Yaylası civarını gezmeye tekrar gittik. Bol bol yürüdüğümüz bu gezimizde, yıkanmaktan hoşlanmayan Biblo sırılsıklam oldu. Soğucak yaylasına çıkmadan önce bir yol aralığına giriyor ve arabımızı park ettikten sonra yürüşümüze başladık. Güneşin yere ulaşamadığı bir yolsa yaklaşık 1.5 saat civarında yürüdük.
Biblo’nun keyfi yerinde, seke seke yürüyor, etrafı kokluyor, arada sırada da koşturup duruyor. Ama asıl patlamayı Şelale ile karşılaşınca yaptı. Şelalenin önünde bulunan su birinkitisi üzerinden defalarca je hızıyla geçip geçip durdu.
Yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra Soğucak Yaylasına doğru yola devam ediyoruz. Soğucak yaylası eteklerindeki orman içinde geziye başlıyoruz. Orman içinde Biblo adeta bir keçi gibi yol alıyor. Dalların üzerinden zıplıyor, altından geçiyor, yaprakların çevresinden dolanıyor. Eeee 4×4 ne de olsa…Sonra önümüze şırıl şırıl akan bir dere çıkıyor. Bu derenin yanından bulunan yolu takip ederek tekrar Soğucak Yaylasına arabımızı park ettiğimiz yere dönüyoruz.
Biblo yürüyüşlerden yorulmuş olacak hemen çimenlere kendisini atıyor. Son yürüyüşümüz de 1.5 saat civarında sürdü.
Sonrasında ise Soğucak Yaylasının diğer ucuna gidiyoruz. Orada çoban kardeşimiz Koray ile tanışıyorum. Biblo’yu Çoban köpekleri tehlikesine karşılık arabada bırakıyorum. Koray’la 1 saat oturup sohbet ettikten sonra güneşin batmaya yakınlaşması ile yola koyulduk. Yine sohbete dalıp gecenin karanlığından ancak yayladan inebildik. Biblo ile çoktan arabada uyudu bile…